Ali Sefünç

 

  Anasayfa    Biyografi   Basın ve Sosyal Medya   Fotoğraflar       Makaleler       Kedi Gözü Yazıları

BARBAROS BULVARI’NDAN ÇIKTIM YOLA

 

İstanbul’da serin ama güneşli bir gün. Arabamla Barbaros Bulvarı’ndan Beşiktaş’a doğru ilerliyorum. Barbaros Bulvarı’nın çok tarafsız bir yol olduğunu düşünürüm çünkü üzerinden geçenlere eşit davranır, o güzel deniz manzarasını herkese neredeyse kuş bakışı sunar. Görsel şölenin tadına varmak için hızımı düşürüp sol şeritten orta şeride geçiyorum. Ansızın önüme dalan halk otobüsü göz zevkime egzoz dumanı püskürtüyor. Bir umut, sağ şeride süzülüyorum yavaşça. Artık önümde ne bir otobüs ne de kamyon var, muhteşem deniz manzarası yine karşımda.

Beşiktaş’a varınca yönümü sağa, Dolmabahçe’ye doğru çeviriyorum. Yıllar önce okuduğum Barbaros Hayrettin Paşa’nın Hatıraları adlı kitabı anımsıyorum. Aksiyon romanını andıran, 152 sayfalık kitabı okurken kardeşleriyle korsanlık yaptığı dönem de dahil olmak üzere Barbaros’un neler yaşadığını en yalın haliyle öğrenmekten büyük keyif almıştım. Kitaptaki anlatım çok akıcıydı. Kanuni Sultan Süleyman emir verince Barbaros Hayrettin, kaleme alması için deniz ve edebiyat adamı Seyyid Muradi’ye hatıralarını anlatır. Gazavat-ı Hayreddin Paşa adlı kaynak böylece ortaya çıkar. Okuduğum kitabın yayınevi Boğaziçi Yayınları, yazarı ise Yılmaz Öztuna’dır.

Trafik adım adım ilerliyor. Bunun nedeni, sol şeritte tamponlarını tokuşturmuş iki ticari araç. Araçlarını en sağa çekerek yolu açmayı akıl edemeyen sürücüler kaza tutanağı dolduruyor. Değeri neredeyse ucuz bir daire fiyatına ulaşan orta sınıf araçların sahipleri son zamanlarda son model lüks araç sahiplerinden daha temkinli sürüş yapıyor sanki. Geçmiş yıllarda durum başkaydı, aracı ucuz ve eski olanlar gözünü kazadan pek sakınmazdı. Vergi ve virüs salgını yüzünden geliri düşenler, yerine koyamayacakları mallarının kıymetini bilmeye başladı anlaşılan. Yarışırcasına yol alan, kendisi ufak tefek ama fiyatı iri yarı araçların çoğunun direksiyonunda gençleri görüyorum. O araçların ebeveynler tarafından finanse edildiğinden eminim. Şirket araçlarını kullananların tarzı ise her zamanki gibi Rus ruleti.

Gözüm kaldırıma kayıyor. Manken gibi yürüyen bir kadını fark ediyorum. Elinde büyük boy bir kahve var. Maskesini fiyakalı bir el hareketiyle indirip kahvesinden küçük bir yudum alıyor. Yudumu büyük olamaz mı? Dudakların karton bardakla kurduğu ilişki süresinin 2 saniyeyi aşmaması, büyük yudum seçeneğini kesinkes ortadan kaldırıyor. Böyle giderse o kahveyle akşama kadar idare edebilir. Araç kullanırken kahve içen kadınlara da rastlıyorum artık. Genel hallerinden pay biçersem, direksiyon başında telefonuna bakan erkeklerin çoğu oyun oynuyordur. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre bilgisayar oyunlarının verdiği haz, cinsel arzuların yerini alıyormuş. Sosyal medya bağımlılığı da benzer bir etki yaratıyor mudur?

Kaldırımda dikkatimi çeken ikinci kişi, sakallı genç bir adam. Takım elbiseli ve eli tespihli. Pantolonunun paçası dar ve kısa olduğu için ayakkabısını çorapsız giydiği hemen anlaşılıyor. Gömleğinin birkaç düğmesi açık. Bağrı açık dolaşmak bıçkınlık belirtisi elbette ama önümüz kış, hastaneler riskli. Parmağındaki kocaman yüzüğü metrelerce uzaktan rahatlıkla görebiliyorum. Alımlı kadının vücut kıvrımları yerine elindeki kahveye kaçamak bakışlar fırlatan genç adamın yüzündeki mahzun ifade, beni yorum yapmaya zorluyor. Canı kahve mi çekiyor? Öyle olsa, yanı başındaki kahve zincirinden bir kahve alırdı herhalde. Derdi başka olmalı. Tamam, galiba buldum. Bu tarzdaki gençleri en çok gördüğüm yerler, içeride oturanları incelemeden önünden geçemediğim nargile salonlarıdır. Malum, karantina nedeniyle nargileciler kapalı. Elinde nargileyle sokakta dolaşamayacağına göre o genç adamın sıkıntısı büyük olabilir. Kendini emzikten kesilmiş bebek gibi hissediyordur belki de. Kaza bölgesini geçer geçmez trafik akışkanlık kazanıyor, kaldırımdaki insanlara dair düşüncelerimi geride bırakarak yoluma devam ediyorum.

Ali Sefünç