Ali Sefünç

  Anasayfa    Biyografi   Basın ve Sosyal Medya   Fotoğraflar       Makaleler       Kedi Gözü Yazıları


 

 



 

Sevgili Ali'nin kitabında yazdığı, anlattığı gibi biz gerçekleri görmemek adına hep sahte aşkların peşine düştük. Sahte ekonomik ilişkiler kurup, sahte aile ilişkileri yaşadık... Aslında gerçeklerden uzak kalarak acı çekmeyeceğimizi zannediyorduk. Fakat belki de tam tersi sorunlarla yüzleşmeyerek daha fazla acı çektiğimizin farkında bile olamadık.

Cezmi Ersöz

 

 

Ali Sefünç bu kitabıyla bizi yine acıklı bir Türkiye yolculuğuna çıkarıyor. Öyle acıklı dediğime bakmayın. Gülmekten yer yer kırılıyorsunuz aslında. Mizahın gücü işte.Yazar bu işi çok iyi biliyor.

Mario Levi
 
Ali SEFÜNÇ’ün her ne kadar “girişimciliğin Türkiye pratiğini anlatmak istiyorum” diye başladığı kitabı, ilk anda “ekonomik süreç ve hedefler” odaklı deneyim ve gözlemlerle sınırlı gibi görünse de SEFÜNÇ, Üniversite yıllarından bugünlere “sosyal girişimci etkinlikleri”, “yazarlığı” ve “eğitimci” boyutları itibarıyla da etkileyici gözlem ve deneyimlerini bulabileceğiniz çok yönlü bir girişimcilik eserine imza atmış durumda.

Kitapta “Girişimcilik”, kavramsal tasarımdan, uygulama örneklerine kadar çok kapsamlı olarak incelenmiş. Konular gerek işletmenin teknik işlevleri gerekse yönetsel işlevleri itibarıyla deneyim, gözlem ve analizleri yansıtmakta.

Değerlendirmeleri, iddialı yorum ve önerileri aynı zamanda, bilgi teknolojileri ve iletişimde yaşanan gelişmelere koşut ekonomik ve yönetim yaklaşımlarındaki gelişmeleri de kavrayan çok yönlü bir yapıda sunulmuş.

Yüksek öğrenime başlangıç yıllarından, elinizdeki bu kitabın vücut bulduğu yılların 1977 – 2019 yılları arasında seyreden bir süreci yansıttığı dikkate alındığında, elinizdeki kitap aynı zamanda, alt yapı ve üst yapı sistemleri itibarıyla devingen arka planın, Yazarın “girişimcilik” yaşanmışlıklarını nasıl etkilendiğini yansıtmakta.

O kadar çok düşünülecek yönleri var ki yaşanmışlıkların, salt bu yönüyle dahi kitap, Okuyucunun elinden bırakmayacağını düşündüğüm bir eser niteliğinde.

Kitabın sevimli olduğu kadar iddialı başlığı, her ne kadar Okuyucunun “düşünmüştüm” diyeceği analiz ve değerlendirmeler ile önerilerin ipucunu temsil etse de “düşündüren ve okuyucunun vizyonunu irdeleyeceği” yönleri de ortaya çıkaracak bir içerikle karşılaşacak Okuyucu.

İçeriğinin her aşamasında iddialı bu kitabı, özellikle kariyerlerinin planlama sürecinde doğal olarak çok araştıran, sorgulayan, “ÇOK DÜŞÜNEN” gençlerin okumalarını önemle öneriyorum. Deneyimleri ve gözlemleriyle karşılaştırmalı analiz ve tartışma olanağı bulacakları bu kitabı okumaktan, “DÜŞÜNEN” ve paylaşmayı önemseyen tüm okuyucuların da çok keyif alacaklarını düşünüyorum.

İstanbul, 2020 Ocak
Prof. Dr. Münir ŞAKRAK

Bu kitaba yayınevi illaki bir satış fiyatı belirleyecek. Ama bence bu kitaptaki deneyimlere paha bicilemez.  Sevgili Ali kişisel -ve çok başarılı- girişimcilik deneyiminden ve kendi hayat felsefesinden damıttığı anekdotları günümüz okuma alışkanlığına uygun biçimde hap gibi okuyucuya aktarıyor.  Yaşayarak öğrenmenin ve bu esnada yapılan hataların bedeli çok yüksektir. Umarım bu bedeli ödemeden önce tüm girişimciler ve girişimci adayları bu kitabı okurlar.


Dr. Berra Doğaner - Doğaner Finansal Danışmanlık



"Ali Sefünç, çok ince dokunuşlarla hem de herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dil kullanmış. Küçük küçük parçalara bölünmüş kitabı yudum yudum içiyorsun, korkmuyorsun, korkmuyorsun.

Mehmet Ayar - Eğitim Girişimcisi



“Girişimciliğin gerçek hikâyelerle anlatılması katman katman artan bir farkındalık yaratıyor. Bu kitapta ezber bozan çok sayıda çözüm yolu ile karşılaşmak mümkün. Gülümsetiyor, düşündürüyor, umut ve cesaret veriyor. Yalnızca gençlerin değil, faal yöneticilerin ve iş sahiplerinin de yararlanacağı bir kitap.


Eyüp Sözdinler - ÇOSB Yönetim Kurulu Başkanı

 

Ali Sefünç var olan problemlere gerçekçi şekilde yaklaşırken insanlara başarının robotlaşmadan, standartlaşmadan, aksine standartlardan kopup, farklılık yaratıp insan kalarak da mümkün olabileceğini hatta en iyi bu şekilde olabileceğini gösteriyor. Ali Sefünç, aksaklıkları gizlemeyip çözmeye çalışıyor. İşin yazarı yönetemediğini, yazarın işi yönlendirdiğini görüyorsunuz. Kendini, iş dünyasında ki pek çok yazarın aksine etiketlerle tanıtmaya ihtiyaç duymuyor. Yemin Ederim Bunu Ben De Düşünmüştüm bir ütopya kitabı değil, sorunlara olabilecek en gerçekçi ve ulaşılabilir çözümleri işbölümü içinde sunmaya çalışan; çok başarılı ve gerçekçi bir kitap. İnsanların bazıları bu tür kitapları sever, bazıları ise nefret eder fakat çoğu kişisel gelişim / girişimcilik kitabı olaylara tek bir perspektiften bakar. Ali Sefünç, insanlara onlarca farklı bakış açısını tek potada eritme şansını sunuyor. Bu kitap, piyasada önyargı oluşmasına neden olan rakiplerinden çok farklı, nadir kalitede bir kitap okuduğunuzu hissediyorsunuz, Ali Sefünç okuyucusundan dahi iş adamı yaratmaya çalışmıyor, ona yardım etmekle uğraşıyor. Daha önce girişimcilik üzerine ekonomi / sosyal bilimler / iktisat alanında çalışmalar yapmadıysanız, pek çok farklı kitap okuyabilir veya Yemin Ederim Bunu Ben de Düşünmüştüm’ü okuyarak bu deneyime ortak olup hayatınızı kolaylaştırabilirsiniz. Bu eseri, pek çok ekonomi, girişimcilik ve kişisel gelişim kitabının özeti olarak görüyorum. Bu iddialı bir söylem olabilir ancak kazandırdığı zamanın önemini anladığınızda şaşıracaksınız.

Kaan Boğa

www.kitaptandizgeler.blogspot.com

 

Walter Benjamin, kapitalizmin yükseliş dönemlerine denk düşen 19. yüzyılın başkenti Paris'i anlattığı Pasajlar'da, insanların giyiniş biçimlerinden, akşam işten dönen kalabalıklara, sokakların ışıklandırılmasına, kriminal durumları betimleyen yazılara kadar ele aldığı tüm konularla bir dönemde ve dönemin kültür ayrıntılarında gezinir... Ali Sefünç'ün Kaldırım Takıntısı da, Pasajlar'ı çağrıştırırcasına, kentin, İstanbul'un kaldırımlarında geziniyor. Zira, cadde kenarlarını bir-iki santimlik yükseklikle konturlayan kaldırımlar, araçların hızla geçip gittiği caddelerden kurtulan insanların üzerinde soluklandığı mekânsal halleriyle, taşıdığı insan sayısı kadar da hikaye barındırıyor. 
Sefünç, Kaldırım Takıntısı'nda, hayatın dinamizminin aktığı sokakları ve kaldırımları bir hikâyenin izleğinde anatema olarak işlemiş. Mizahi bir atmosferde, kentin ve ülkenin kültürel, sanatsal, siyasi ve ekonomik görüntüsünün kanallarını açmayı da ihmal etmeyen yazar, kesiştirdiği hayatların biraz da anakronizme kaçan halleri eşliğinde felsefi çıkarımlar yapmış. İnsanların çoğunun işsiz olduğu bir ülkede, onları en çok göç edilen kentte, İstanbul'da yakalayan ve kentin mekansal özellikleriyle bütünleştiren Sefünç, öyle anlaşılıyor ki kitabın görüntüsüne kaldırımları yerleştirerek, bir ülkeye özgü önemli kültürel ve sosyal bir durum saptamış. Zira, okuyucunun az sonra, bir çırpıda tanıdık bir dünyanın içinde kendini bulmasının kaçınılmaz olduğu Kaldırım Takıntısı'nda tanıştığımız Serhat'la içinde yaşadığımız dünyayla yüzleşiriz. 
En son çalıştığı iş yerinin iflas etmesi nedeniyle işsiz kalan Serhat, artık 'kaldırımlara düşmüştür'. Patronunun dalaverelerinin farkında olmayıp canla başla çalışan, iş yerindeki sorumlu konumu 
nedeniyle de yasal takibatla karşı karşıya kalan Serhat'ı, paraları alıp, sekreter sevgilisiyle kaçan patronu yalnız bırakmıştır. 
Evliliğinin henüz başlangıcında da âşık olduğunu sandığı karısı tarafından parasızlığı nedeniyle terk edilen Serhat'ı sıkıntılı bir halde sokaklarda dolaşırken görürüz. 
Yaşanan kente yabancılaşmak
İşsizlik ve aylaklığın 'düşmüşlük' mertebesiyle aynı düzeyde olduğu bir kültürün uzantısı olarak epeyce ironik değerlendirmelere muhatap olan kaldırımların uzantısıyla İstanbul'un arka sokaklarını da takip ettiğimiz kitapta, Serhat'la birlikte geziniriz. Oysa sanıldığı gibi işsiz ve aylak değildir Serhat, günlük turlarını bir çalışan titizliğiyle yapar. Bir anlamda, yaşadığı kentin derinliklerine dalmak olarak da açıklanabilecek gezintilerdir bunlar. "Kaldırımlarda devriye gezen veya kapı önlerindeki kulübelerde nöbet tutan polisler, tezgah açan seyyar satıcılar, onları kovalayan zabıtalar, ilgi bekleyen sokak müzisyenleri, piyangocular ve diğerleri..." sokağın giysileri gibidir. Gezdiği, uğradığı yerlerde ahbaplık ilişkilerine tanık olduğumuz Serhat'ın düzenli uğradığı kahvehanenin sahibi Muhsin Baba sayesinde bir işi de olacaktır. Başlangıçta sakin bir atmosferde ilerleyen kitap, Serhat'ın artık bazı takıntılarını çözüp, kabuğundan çıkmak istemesiyle eşzamanlı olarak hızlanır.
Gözlemlerini bizimle paylaşan Serhat, hızla olayların içine yuvarlanır. Bu andan itibaren de roman, sokak gerçekliğinin ağır bastığı durumların yarattığı çelişkilerle yer yer komik ve dedektif romanlarına özgü bir renge bürünür. Ancak, kendisine âşık olan piyangocu Şükriye tarafından neden takip edildiğini Serhat bilmese de, okuyucu bu konuda önceden bilgilendirilmiştir. Şükriye'nin tek dostu olan 'iyi yürekli' Harika, takip işinde Şükriye'ye yardım eder. Polis tarafından takip edildiğini sanan Serhat'ın, içine düştüğü şaşkınlık bir gerçekliğin komik uzantısı olarak bizi güldürür. Serhat'ın dünyasına Şükriye ve Harika da girmiştir artık.
Ancak, kitabın sonunda hayatın akışına yön verilemediğine yönelik oluşan duyguyu, insanın yaşadığı kente ve ilişkilere yabancılaştırıldığına dair okuyucunun tamamlaması gereken bir düşüncenin ön durumu olarak görmek gerekiyor. 

Radikal Kitap Eki
Aysel SAĞIR

(14/03/2008)

 

Kaldırım Takıntısı’ Ali Sefünç’ün yaşama ve yaşamdaki/çevresindeki her şeye bir mercek tutmuşçasına ayrıntılı, derinlemesine ve kavramak ve çözümlemek üzere baktığını, baktığında dışa yansıyanın çok ötesini görebildiğini ve çok etkileyici saptamalarını da çok akıcı, çok çarpıcı bir dille aktarabildiğini bize sergilemekte. Anılan romanda bu öylesine baskındır ki, yazar bize öne çıkan roman karakterlerinin ne yaptığından çok, neyi neden ve hangi dürtülerle nasıl yaptığını anlatmaktadır büyük bir yetkinlikle. Ali Sefünç, birincil kahramanı Serhat’ı da, diğer ikincil-üçüncül kahramanları da öykülendirirken yapıtındaki sözcükler içine saklanarak bize o kahramanlarla ortak paydalarımızı hınzırca bildirmekte, okurken kendisini karşımızda görmediğimiz için yalnızlığımızda satırlarıyla baş başa olduğumuzu sanıp, kendimizle hesaplaşmamıza, için-için itiraflarda bulunmamıza yol açmaktadır.

Haluk Naci Gülalp (Ocak 2017)