Ali Sefünç (Herşey Dahil Türkiye'nin
Yazarı)
- Ali Sefünç kimdir? Ziyaretçilerimize
kendinizi biraz tanıtır mısınız?
1959
İstanbul doğumluyum. Kadıköy Ticaret Lisesi'ni, ardından da
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ni
bitirdim. 17 yaşında çalışma hayatına atıldım. Üniversite
sonrasında bir işletmeci olarak çeşitli kademelerde
çalıştıktan sonra girişimci olarak iş hayatımı sürdürdüm. 30
yıla yakın bu süre içinde ekonomik ve sosyal hayatımıza
ilişkin farklı bir tanıklığımın olduğunu düşünüyorum.
- "Herşey Dahil Türkiye"yi yazma fikri nasıl
doğdu?
Hayatımı tel dolaptan deep freeze'e
bir süreç olarak tanımlıyorum. Bu süreç içinde Türkiye'de çok
şey değişti. Tanık olduğum yanılsamaları yıllardır
biriktiriyordum. Bu yanlış algılamalar öyle çok birikmişti ki
ağır gelmeye başlamışlardı, artık onları taşıyamaz olmuştum.
Rahatsızlıklarımı her fırsatta konuşarak dışa vuruyordum ancak
bu bana yetmemeye başlamıştı. Yazayım da kurtulayım dedim.
Öyle ya... Yanlış algılayanlar yanlış düşüncelere varıyor,
yanlış düşünenler ise yanlış davranmaktan bir türlü
kurtulamıyorlardı. Kaçınılmaz olarak da yanlış bir hayat
yaşıyorlardı. Bu tavır güruh halinde sergilendiğindeyse
yanılsamalar topluma mal oluyordu. Ekonomi odaklı olmak üzere
fark edebildiğim yanlış algılamaları anılarıma sarmalayarak
anlatmaya çalıştım.
- Çok ciddi şeyler
anlatıyorsunuz. Ama diliniz oldukça yalın ve eğlenceli olarak
tanımlanabilir. Bu tercihinizin sebebi nedir?
Hayatımızda ciddi ve sevimsiz o kadar çok şey
var ki, bu konulara değinirken hayatımızda eksik olduğuna
inandığım yalınlığa ve eğlendiriciliğe önem verdim. Ben kendi
hayatımı da böyle yaşamaya çalışıyorum zaten. Epeydir
sadeleştirmeler yaparak angaryalardan uzaklaşmaya gayret
ediyorum. Kendi hayatım için bunları yaparken yazdıklarımla
okuyucuların canına okumak haksızlık olurdu doğrusu. Anlaşılır
olmak, en ciddi konuları anlatırken hafifçe de olsa
gülümsetebilmek benim için çok önemli. Türkiye'ye ve yaşama
dair bahsettiğim konuları kendi anılarımla anlatıyor olmam da
konuların ciddiyetini ve sıkıcılığını törpüleyen bir faktör
galiba. Ben duymak istediğim gibi anlattım sadece.
- İş hayatında belli mesafeler kat etmiş
birisi olarak kitap yazmanız ve hayatınızı çok yönlü kılmaya
çalışmanız çok dikkat çekici. Bu yola çıkarken ne gibi
tepkiler aldınız?
İş hayatının içinde hangi pozisyonda durduğunuz
kitap yazmaya alternatif bir olgu değil bence. İçinde olmak
zorunda kaldığınız pozisyonlar, içinde olmak istediğiniz
pozisyonlara engel olmamalı. İnsan kendini reddetmediği sürece
daha önce yapmadığı birçok şeyi yapabilir, yaptığı birçok şeyi
de terk edebilir. Belli mesafeleri kat etmiş olmak, nam-ı
diğer biriktirmek, o metinlerin doğmasından sorumlu belki de.
Kitap yazmak kendi içinde ayrıca güzel bir mesafe kat ediş.
Hele yazılanlar okuyucular için bir anlam ifade edebiliyorsa…
Yazmak benim için bir bakıma tazelenme oldu. Üretimin her
biçimini seviyorum. Yazmaya başladığımda bu şaşkınlık yaratsa
da olumsuz bir tepki aldığım söylenemez. Hatta çevremdekiler
yazmamı teşvik bile ettiler, ortaya ne çıkacağını tam
kestiremeseler de. Meğerse herkes yazmak istiyormuş, ben bunu
yeni öğrendim.
- Kitabın ismi gibi kapağı da
dikkat çekiyor. "Herşey" neden bitişik yazılmış? Kapağın
öyküsü nedir?
Kitabımın içinde Türkiye'ye
dair çok şeyden söz etmem uygun bir isim bulmam konusunda
sorun oldu. Sosyo-politik, ekonomik, trajik ve komik birçok
şeyi anlattığım bu kitaba hangi ismi bulsam bir şeylerin
hakkını yemiş gibi hissediyordum kendimi. Çok şeyi anlatmam bu
ismin bir nedenidir, ancak nedenlerin daha önemlisi Türkiye'de
yaşananlar ile 'Her şey dahil' tatillerde yaşananları
birbirine çok benzer bulmamdır. Her ikisinde de vaatler ve
beklentiler çoktu, ancak yaşananlar ve elde edilenlerle bir
türlü örtüşmüyordu. Her ikisinde de insanların hayal
kırıklıkları, aldatılmışlıkları söz konusuydu. 'Her şey dahil'
turizmle hayatımıza girmiş çarpık bir kavramdır. Ne ortada her
şey vardır, ne de var olanlara dair bir standart söz
konusudur. Üstelik dahil olmayanlar için hesap da
soramazsınız, "bizim her şeyimiz bu kadar şey" deyip
çıkıverirler işin içinden. Bu kavram o kadar çarpık ki
çarpıklığını yazılışına bile taşımış bir biçimde. Yazım
kurallarına göre ayrı yazılması gereken 'her' ve 'şey', 'Her
şey Dahil' kavramı yazı konusu olduğunda İnternet ortamında,
hatta basın yayın organlarında bile büyük oranda birleşik
olarak yazılıyor. Çarpık anlayışların oluşturduğu
çarpıklıkları anlattığım kitabımın isminde, çarpık kavram 'Her
şey dahil'i çarpık yazılışıyla, yani birleşik olarak 'Herşey
Dahil' biçiminde kullanmayı daha anlamlı buldum doğrusu. Ne de
olsa Türkiye'nin çarpık yanını, 'Herşey Dahil' yanını
anlatıyordum. 3 günlük arayıştan sonra Çukurcuma'da bir eskici
de bulduğum 70-80 yıllık bavulun kilit kısmını kapakta
kullanışımız ise, hem kilidin ardındakileri merak ettirmeyi
amaçlıyor hem de kilitlenmiş mevzuları çağrıştırmayı.
- Her şeyden biraz özele inersek, neler dahil
bu kitaba?
Tabii ki önemli bulduğum her şey
ve yanı sıra bir döneme kadar olan anılarım var kitabın
içinde. Ayrıca yaşadığımız ülkede yokların nasıl var
sayıldığına, varların nasıl yok sayıldığına dair birçok ipucu
vermeye çalışıyorum. Böylesi bir algılamanın bireysel ve
toplumsal sonuçları geçmişimizde belgeli. Kendimize acı ve
zarar veriş hikayemizin tatlandırılmış anlatımı, ekonominin
belirleyiciliği, sıkıntıların döngüselliği ve bizim aymazlık
inadımız anlattığım çok şeyin önemli parçaları. En çok da
bunları gençlere anlatmak istiyorum. Kendi yapıp ettiklerimize
karşı geliştirdiğimiz kendi memnuniyetsizliğimizi genç
kuşaklara kusmayı doğru bulmuyorum. Kendi kuşağımı, daha
önceki kuşakları yanlışlarıyla ele vermeyi ve bu yolla
gençlere ulaşmayı istiyorum. Genel olarak "Önce üniversiteye
kapağı at sonra da yurt dışına kapağı atmaya bak, bu ülkede
gelecek yok" diye büyütülen 80 sonrası kuşağın ilgisini, şu
anın belirleyici faktörlerinin kaynağına çekmek istiyorum.
Onların ilgisini ülkeye çekmek, neden'e ne zaman'a çekmek...
Yeni dünya düzeninde huzur içinde kapak atılacak yer o kadar
azaldı ki, atılan kapakların çoğu geri dönmek zorunda kalacak
çünkü.
- Çocukluğunuzdan başlayarak, kendi
gelişiminizle birlikte, Türkiye'deki gelişmeleri ele
alıyorsunuz. Yönetenleri eleştirdiğiniz de oluyor, yer yer
sosyo-politik eleştiriler göze çarpıyor. Sizce eleştirdiğiniz
durumlar bir tür tekerrüre mi mahkum?
Bir Türkiye özeti vermeye çalışıyorum, ama
yalnızca belli bir kesimi suçladığım söylenemez. Kendim dahil
herkese pay düşüyor eleştirilerden. Yazdıklarım bir tür
özeleştiri aslında. Algılama sorunumuzu halledersek
Türkiye'yle ilgili hiçbir sorun tekerrüre mahkum kalmaz
kanısındayım. Tekerrürden beslenenlere kanmamak gerekiyor.
Bence her şeyin başı doğru algılama. Aynanın karşısına geçip
kendimize dikkatle bakmamız lazım ama "Ayna ayna söyle bana en
güzel kim?" demeden tabii ki. Sahteliklerden kurtulma
cesaretini gösterebilmeli, kendimize çelme atmaktan
vazgeçmeliyiz. Başlangıcı zor olsa da sonrasının çok kolay
olacağı inancındayım.
- Farkına vardığınız
şeyler sizi rahatsız etmiş. Siz de başkalarını rahatsız etmek
istediniz. Gelen ilk tepkiler ne yönde? Hedefinize
ulaşabilecek misiniz?
Rahatsızlığımın
paylaşıldığını görüyorum. Gelen tepkiler beni çok mutlu
ediyor. Yazdıklarımın düşündürücü ve eğlendirici bulunması
hedefime ulaşma konusunda bana umut veriyor. Evet… Benim
amacım kendimi ifade etmek, düşündürerek ve eğlendirerek
yanlış algılamaların ipliğini pazara çıkarmak, çok sayıda genç
okuyucuya ulaşmak, ciddi konulara bir başka anlatımla ve
anlaşılır biçimde değinmek. Rahata düşkünlüğün ne kadar
rahatsız edici bir durum olduğunu, başımıza gelen belaları bu
yüzden def edemediğimizi duyurmak.
- Kitabınızda "doğru teşhis olmadan
tedavinin olmayacağını" ifade ediyorsunuz. Türkiye için neler
yapılması gerekir. Çözüm önerileriniz var mı?
Cevap, sorunun içinde zaten. Hepimiz yanlış
algılamaları bir kenara koyarsak Türkiye için yapılabilecek en
güzel şeyi yapmış oluruz. Böylece doğru algılamalar için yer
açılmış olur. Doğru algılama, doğru teşhis ve ardından da
doğru tedavi...
- Yakın çevreniz de ister
istemez kitabın kahramanları olarak karşımıza çıkıyor?
Okudular mı? Neler söylediler?
Birçoğu okudu.
Gülümsediler, duygulandılar, hatırladığım ayrıntılara
şaşırdılar. Ama en ilginç olanı mahallemizin ağabeylerinden
Kahraman Türel'in tepkisiydi. O herkesten daha çok duygulandı.
Kitabımda onun Frank Sinatra hayranlığından söz etmiştim. Ne
ilginç rastlantıdır ki, benim bu kitabı yazdığım sıralarda o
da Frank Sinatra'nın hayatını anlatan "Onun Hikayesi" adındaki
kitabın çevirisini yapıyormuş. İkimizin kitabı da aynı
günlerde yayınlandı. Birbirimizden habersiz olarak
yaptıklarımız bir zaman kesitinde buluşuverdi.
-
Sizi en çok etkileyen yazar kimdir? En sevdiğiniz kitap, film,
şarkı? Sizin için olmazsa olmaz 3 şey?
Sevdiğim tüm yazarlar, sonuna kadar okuduğum
her kitap, sıkılmadan izlediğim her film, içimi ısıtan ve
aydınlatan her şarkı. Çünkü hepsi biricik ve birbirlerinin
alternatifi değil. Her alanda tek bir isim vermeyi, ismini
vermediklerime ve kendime karşı haksızlık olarak görürüm.
Sanırım benim için olmazsa olmaz üç şey huzur, özgürlük ve
adalet. Bu üç şey içinde o kadar çok şeyi barındırıyor ki
kendimi üçkağıtçı gibi hissettim bir an... Örneğin; huzur
sevgisiz ve şefkatsiz olamazken, Özgürlük değişimin ve
gelişimin yolunu açıyor, Adalet vicdanı barındırıyor. Bunlar
aklıma gelenler, gelmeyenleri de katarsak çok şey çıkar.
- Sizin tabirinizle 'insanları rahatsız
etmeyi' sürdürecek misiniz? Yeni projeleriniz olacak mı?
Neden olmasın? Rahatsız olmak rahata
ulaşmanın ilk aşaması değil mi?
-
Herseydahil.com adlı bir web siteniz var. Teknoloji ile aranız
nasıl? Sizce teknoloji ile iç içe büyüyen yeni nesil farkına
varmanın rahatsızlığını yaşayacak gibi görünüyor mu?
Teknolojiyle sonradan tanışmanın sıkıntılarını
yaşasam da teknolojiyi reddetmiyorum. Kararınca bir ilişkiden
yanayım. E-postalardan daha çok telefonlaşmayı mümkünse yüz
yüze görüşmeyi seviyorum. Ses tonu söylenenlerin dışında o
kadar çok şey anlatıyor ki… Teknolojinin benim için önemli
olan yanı işlevselliği. Tek bir tuşla bilgiye ulaşmak ne güzel
bir şey... Kirliliğini ve tutsaklığınıysa reddediyorum. Yeni
nesil elbette ki teknoloji ile iç içe yetişecek. Bundan daha
doğal bir şey yok. Asıl önemli olan teknolojiyi ne amaçla
kullandığı, onunla kurulan ilişkinin anlamı ve biçimi. Hatta o
ilişki sonucunda reddedilen reddedilemez diğer ilişkiler.
Üstelik biz de geçmişin yetişkinleri gibi davranmıyoruz
şimdilerde. Kendilerini kullandıkları lüks arabalarla ifade
edenler teknolojiyle çarpık bir ilişki kurmuş olmuyor mu?
Böyle birisinin gençlerin teknoloji nedeniyle farkına varmakta
zorlandığını söylemesi ne kadar gerçekçi olabilir. Kendimizi
aklamak için gençleri günah keçisi seçmek haksızlık. Herkes
birçok şeyi bir biçimde ve bir kesitte fark ediyor. Kimi genç
yaşında çoğu musalla taşında. Önemli olan geç kalmadan fark
etmek ve farkındalığı enerjiye dönüştürüp olumlu değişimi
sağlayabilmek. Reflekslerle yaşamaktan vazgeçmek, daha çok
sorgulamak, başkalarının sunduğu konforun geçici olduğunu
bilmek, üretmenin değerini anlamak, her zaman bir başka yolun
daha olduğuna inanmak gerekiyor bence. Yeni nesil ikide bir
eleştirilmeye değil, desteğe ihtiyaç duyuyor. Bana düşen bu
desteği kitabımla vermeye çalışmak. Bence onların "farkına
varma sorunu" diye adlandırabileceğimiz şey, tek başına
teknolojiden kaynaklanmıyor. Onları yetiştiren farkına
varamamış üst kuşaklar daha büyük bir sorun. Üst kuşakların
teknolojiye kem bakışı onu üretememekten olabilir.
- Okuyucularınıza ve ziyaretçilerimize iletmek
istediğiniz mesajınız var mı?
Onları rahatsız
olmaya davet ediyorum.
- Vakit ayırdığınız
için teşekkür ederiz.
Beni okuyucularla
buluşturduğunuz için size çok teşekkür ederim.
|