Ali Sefünç
  Anasayfa    Biyografi   Basın ve Sosyal Medya   Fotoğraflar       Makaleler       Kedi Gözü Yazıları

Türkiye: Geçenden 5, geçmeyenden 10 akçe...

“Herşey Dahil Türkiye” adlı kitabı okurken, aklıma çok şeyler geldi. Ben de tıpkı Ali Sefünç gibi çocukluğuma, çocukluğumdaki masum görünen anılara, çocukluğumdaki tükenmek bilmeyen umutlu ve mutlu çocukluğuma, uçsuz bucaksız yaz günlerine döndüm. Her şey ne kadar masum görünüyordu. Çocukluğumuzun İstanbul'unda insanlar otobüste, vapurda, parklarda birbirlerine meyve ağaçlarından, bahçelerindeki kirazı ağaçlarının meyve verip vermediğinden, balkonlarındaki akşam sefalarından , güllerinin renginden, hünkarbeğendinin nasıl yapılacağından bahsederlerdi…Ve ekonomi insanların hayatında yok gibi bir şeydi o yıllar.

Şimdi çocukluğumun İstanbul 'u yok. Bambaşka bir İstanbul'da yaşıyorum. Ve bu doğduğum ve büyüdüğüm şehirde kendimi çok yabancı hissediyorum….

Hünkarbeğendinin nasıl yapılacağından, bahçedeki kiraz ağaçlarından, balkonlarındaki akşam sefalarından bahseden insanlar, şimdi her yerde, vapurlarda, otobüslerde, trenlerde deniz kıyılarında, parklarda sadece ekonomi konuşuyorlar..Doların yükselip yükselmediğinden, euro'nun gerçek fiyatından, arsa fiyatlarından, borsadan iniş çıkışından söz ediyorlar durup dinlenmeden. Ve herkes yakınıyor. Neden yakınıyorlar…Diyaloglar şöyle: Ya ben Ahmet'e şu kadar borç verdim, geri alamadım…… Osman'ın çeki karşılıksız çıktı…, Süleyman'dan paranı alabildin mi? Alamadım, alçak kaçıyor , t elefonlarıma cevap vermiyor . Ve şöyle bir sonuçla karşı karşıya kalıyorsunuz. Sanki ülkenin yarısı öbür yarısına borç para vermiş, geri alamamış gibi….

Nerede o İstanbul'un ekonomiden asla bahsetmeyen, para konuşmaktan utanan insanlar. Burada müthiş bir değişim var. Evet, yıllarca Al i Sefünç' ün.... kitabında yazdığı gibi yanılsamalarla yaşatıldık, gerçeklerden hep uzakta bırakıldık ve böyle yaşamaya alıştırıldık. Dahası birdenbire bize hayatın akışı, ekonominin gelişimi acımasız gerçeklerle karşı karşıya kalınca; bir baktık ki ülkenin yarısı öteki yarısına borç para vermiş ve geri alamıyor. Ve biz aslında Türkiyeliler hep hayatı mit'lerle açıklamaya çalışıyoruz. Mucizelere bağlı kalmıştık. Birgün birileri gelip bizi kurtaracaktı. Ve biz bize benzeriz di, böyle yaşamak çok sorun çıkartmıyordu…Batılı bizim aklımızı çeliyordu, biz sonuçta bir çaresini bulacaktık. Ama sonuçta çaresini bulamadık. Geldiğimiz noktada ülke yarısından çoğu ağır bir yoksulluk çekiyor, sağlık sistemi çökmüş durumda, eğitim sistemi içler acısı bir halde.

Dünyanın en sancılı toplumlarından biri olduk. Keşke o eski Türk filmlerindeki gibi olsaydı her şey. Biz üç kuşak o Türk filmlerine inandık. Türk filmleri aslında bizim hayatımız gibiydi. O yanılsamalara inanmaya alıştığımız yurdumuzun, iç dünyamızın, kültürümüzün yansıması bu tür filmlerdi. Neydi, burjuva kız Filiz Akın arabasıyla gelir tamirhaneye, karbüratörü bozulmuştur, tamirci çırağı yakışıklı abimiz Tarık Akan karbüratörünü yapar, karbüratörünü yaptıktan sonra “ hanımefendi arabanız düzeldi ” der, o an göz göze gelirler ve Filiz Akın tamirci çırağı Tarık Akan'a aşık olmuştur, bu sahnede mutluluktan ağladığını hatırlıyorum, evet parayla saadet olmazdı, işte kanıtı buydu!. Ve o gece tamirci çırağımız Tarık abimiz, burjuva kızı Filiz Akın'ı kaçırır ve Zeytinburnu 'ndaki evine götürür. . Evet, sonra pazara giderler, hamsi alırlar, hamsi buğulama yaparlar. Burjuva kızı Filiz ablamız çok mutludur, aradığı aşkı tamirci çırağında bulmuştur..Oysa hiçbir burjuva kızı bir gecekondu evinde kalmazdı. Leğende yıkanmazdı..Üstelik o evde klima yoktu, şofben yoktu. Ama biz bir burjuva kızının gecekonduda kalabileceğine inanmıştık, inandırılmıştık. Ve gerçekleri görmemek için biz sürekli başımızı kuma gömdük. Sevgili Ali 'nin kitabında yazdığı anlattığı gibi biz gerçekleri görmemek adına hep sahte aşkların peşine düştük. Sahte ekonomik ilişkiler kurup, sahte aile ilişkileri yaşadık…Aslında gerçeklerden uzak kalarak acı çekmeyeceğimizi zannediyorduk. Fakat belki de tam tersi sorunlarla yüzleşmeyerek daha fazla acı çektiğimizin farkında bile değildik. Başkaları bizle alay etmesin diye, biz kendimizle alay ediyorduk. Ama sahne açılınca, perde inince, bir de bakmıştık ki, keşke o filmlere inanmasaymışız.

Tabii dışından bakınca bütün bunlar çok komik görünüyor. Yaşadığımız o kutsal yaşam, o ekonomik hayat., ilişkiler, dışındayken çok komik görünüyor. Evet, bunları yazmak bazen çok keyifli gibi görünebilir. Ama içinde yaşarken, kendi adıma inanılmaz öfkeleniyorum…. Evet, ekonomik hayatımızı analiz etmeye çalışan bu kitap bir yönüyle bir kara güldürüdür

Ben bir çok ülkemizi açıdan dünyanın en ‘özgür' ülkelerinden biri olarak görüyorum. . Örneğin E-5 karayolunda mangalda et pişirebilirsiniz, kimse size bir şey demez. Ama E-5 karayolunda mangal yapınca, diğer taraf çok büyük acı çekiyor. Ve bu sanal özgürlük, bize , gündelik faşizm olarak geri dönüyor. Bir bakıyoruz ki o özgürlük sonucu, birilerinin boğazına yapışmışız, kimse kimseden verdiği parayı geri alamıyor.

Geçende, dolmuşta iki genç konuşuyorlardı. Çocuklar garsondu, komilik yapıyorlardı. Biri diğerine; abi herkes mafyalaştı, biz de mi mafyalaşalım , dedi. Evet, gerçeklerden kopuk yaşamanın, yanılsamalara inanmanın, sonucu buydu. Mafyalaşmaydı. Tıpkı Her şey dahil Türkiye'de bize anlatılan gibi, herkesin ekonomide, dolayısıyla birçok alanda, ancak başkalarını sömürerek, çevremizdeki insanları dolandırarak, aile bireylerimizi kandırarak, insanlar ayakta kalmanın yolunu bulmuşlar. Bunun kitaptaki karşılığı: Oto İnfaz' dı. Zaman zaman bu ülkede insanlar nasıl yaşıyor, nasıl ayakta kalıyor diye, çok merak etmişimdir.

Birgün bir arkadaşımın dayısının işyerine gittik. Dayısı matbaacılık yapıyordu, hapis yatmış bir eski solcuydu, içki içip sohbet ederken zaman zaman tuvalete gidiyordum ve işyerinde neler yaptığını bu sayede görmüş olduk. Bir çamaşır ipine asılmış önce sahte paralar gördüm. İkinci kez tuvalete giderken, sahte paraların yanında porno dergiler gördüm. Kurutmak için asmış. Üçüncü gidişimde kitaplar gördüm, korsan basmıştı. Yani arkadaşın dayısı, aynı anda üç iş yapıyordu!. Amerikalı pop şarkıcı Witney Houston bir albüm hazırlıyormuş, Kadının albümü piyasaya verilmeden Kadıköy 'de korsanı çıkmıştı. Evet. Dünyanın iki ya da üç ülkesinde korsan kitap satıldığını biliyorum, birisi de Türkiye. Örneğin Avrupa 'da korsan kitap yok. Bandrol de yok. Evet, korsan kitabın en büyük maliyetini ödeyenlerin başındayım ben. Gerçeklerden uzaklaşırsanız, ekonomi kurallarına uymazsanız ve kendi kendinizi sömürürseniz, korsan bir ülke olursunuz. Korsan insanların yaşattığı, korsan ülke.

Herşey Dahil Türkiye adlı kitapta bu ülkede insanların birbirine nasıl korsanlık yaptığını öğrenme şansınız olacaktır. Bu kitabı okurken, bizim Türklerin atası Deli Dumrul geldi aklıma…. Deli Dumrul kimdir, çok düşündük mü acaba.? Bence bu kitapta, Deli Dumrul' a dair çok öyküler var. Aslında ülkemizdeki insanların neredeyse 3 kişiden birisi Deli Dumrul . Belki de yarısı. Deli Dumrul ne yapmıştır? Kurumuş bir çayın üzerinde başkasının yaptırdığı köprünün başında durup, geçenden 5, geçmeyenden 10 akçe almıştır. Evet. Bu kitabı okuduğunuzda, ülkenin yarısının Deli Dumrul olduğunu görürsünüz..Sadece bileğine ve kılıcına güvenmiştir Deli Dumrul . Ve geçenden 5, geçmeyenden 10 akçe almıştır. Aslında bu kitabın adı da bu olabilirdi. “ Türkiye…. Geçenden 5, geçmeyenden 10 akçe …. Bu da , hayatımızın nasıl akıl dışı yöntemlerle bugüne dek sembolik ve anlamlı bir tarihsel örneğidir bence . Deli Dumrul' un özelliklerinden bir tanesi de şudur: Hiç ölmeyeceğini düşünüyor. Belki yıllardır biz de hiç ölmeyeceğimizi düşündük. Bu yüzden Zaman'a neredeyse hiç değer vermedik. Hatta Zaman'a düşman olduk. Bugün ne çok iyi zaman öldürdük diye konuşan bizden başka hangi ülkenin insanları var, merak ediyorum.Zaman sana ne yaptı ki onu durmadan öldürmek istiyorsun , diye sorarlar adama… Zamana değer vermeyişin ve ölümü yok saymanın sonucu olarak bugün dünyanın en sancılı ülkelerinden biri durumundayız.Ekonominin ve uygarlığın bize dayattığı sonuçları bütün ağırlığıyla görmeye başladıkça ne yapacağımızı bilemiyor , bu gerçeklere bir gün boyun eğiyor, kabulleniyoruz. Hemen ertesi gün ise , içimize kapanır, kimseye hesap vermeyiz, diyoruz…

Tıpkı Deli Dumrul' un, komşu köylerden bir yiğidin öldüğünü duyduğunda öfkelenip kılıcına sarılması ve Tanrı'ya isyan etmesi gibi. Allah da bunun üzerine , sen kim oluyorsun, diye Azrail 'i üzerine gönderir. Ve Azrai l kılıcını Deli Dumrul' un boynuna dayar ve son sözleri söyle, ölüyorsun, der. Deli Dumrul o anda ölümün ne olduğunu, ondan daha güçlü birisinin olduğunu ilk kez fark eder ve tıpkı yaşlı bir adam gibi, “ tutan kollarım tutmaz oldu, gören gözlerim görmez oldu ” der. Evet. Deli Dumrul gibi yaşamanın sonucu buydu

Sonunda bizden daha güçlü birileri gelir ve kılıcı boynumuza dayar. Ve son sözlerini söyle der.Bence burada bizim için Azrail , yüz yüze geldiğimiz ve hazırlıksız yakalandığımız ekonomik gerçeklerdir. Evet o kılıç şu anda boynumuza dayandı ve biz de, tutan kollarımızın tutmaz olduğunu, gören gözlerimizin görmez olduğunu far ettik Evet, neredeyse mizahi bir dille anlatılmış bu kitap; mit'lerle, yanılsamalarla, kafamızı kuma gömerek yaşamakla, en sonunda acı bir dersle uyanıp uyanmayacağımızın sorgulamasını yapıyor. Evet, Azrail boynumuza kılıcı dayamadan bence uyanmanın tam zamanıdır. Bir daha hiç uyanmama durumu da var, diye de bir şey var çünkü….

Her şey Dahil Türkiye adlı kitabı için Ali Sefünç' e ne kadar teşekkür etsek azdır…Çünkü övünmeye koşullandırılmış, kendi dışında kalanları suçlamaya alıştırılmış insanlarımıza ancak Ali Sefünç gibiler gerçeklerle yüz yüze gelmeyi öğretecektir, diye düşünüyorum…